18 Mayıs 2009 Pazartesi

allen ginsberg - " howl "



Allen Ginsberg Kimdir?

Allen: şair ve Yahudi sosyalisti bir babanın, aşırı komünist ve ruh hastası anneden döllediği genetik manyak. Whitman’la ilk gençliğinde tanışmış olsa da (ki Rexroth günün birinde şöyle diyecekti: “Amerikan şiirindeki uzun, Whitmancı, popülist, sosyal devrimci geleneğin neredeyse kusursuz bir uygulaması”) avukatlık okuma yönlendirmesi yapan babasının sesi baskın çıkmıştır. Ne hukuku canım, okulda tanışıp dost olacağı iki adamın adı Kerouac ve Burroughs olan birinden “ne beklenebilirdi ki?”. Çok zaman geçmedi, Burroughs’un kitaplarından yakinen tanıdığımız şu meşhur Times Meydanı(Amerika’yı yıkmak için üst bölgesi belki de gerçek Amerika)’nda aldı soluğu Allen: Times demek; ibnelik demekti, hırsızlık, junk ve polis demekti. Hemen akabinde (doğal olarak) Kerouac gibi yollarda buldu kendini. Temelinin en önemli taşlarını “On the Road” ile yakın zamanlı yayımlanan “Howl” kitabını yayımlayarak ve kafayı uzak doğu öğretileriyle sıyırıp Orlovsky’ye aşık olarak attı.

Ginsberg’in LSD ile olan yakın ilgisi ve Budizmin Amerikalı Budası konumuna hızla yükselişi onu Beat kuşağının sözde ardılları hippiler arasında da en üst mertebeye taşıyacaktı. Dylan ile olan yakın muhabbeti, filmlerinde yer alması falan onu en bi popüler kıldı. Katılmadığı eylem kalmayan Ginsberg’in neredeyse tanışıklığı kalmayan bir müzik gurubu da yoktu; alttan alta underground müzik piyasasının yönlendirici ve kült adamı olmaya başladı. Sayısız iş yaptıysa da bunlar arasında Beat Kuşağı için en önemli olanı kesinlikle Norapa Enstitüde ki Jack Kerouac Şiir Okulunu kurmasıydı. (Bu önem tartışılır elbet, bazılarımız için Kerouac ve okul ifadelerinin yan yana gelmesi mide bulandırıp kusmaya yetmektedir.)

Ginsberg kendisini: “sessiz düşünceleriyle CIA’i tüketen, söylediği Blues ezgileriyle zencileri mest edip rockçuları ağlatan, adalet bakanlığını havaya uçurmak isteyen, 48’inden sonra Tanrı’dan ve ölümden korkmayan, dünyanın en akıllı adamı olarak tarihe geçmek isteyen” biri olarak nitelemekteydi. Bunu becerdi de: FBI kayıtları tutulamaz haldeydi, “üst üste konduğunda 3 metreyi buluyorlar” diyordu Allen; FBI onu “bölücü” olarak listesine aldı, “delilleriyle kanıtlanmıştır ki: duygusal karmaşa yaşayan, irrasyonel yıkıcı” cümleleriyle fişlendi, Reagan döneminde hazırlanan “uygunsuzlar”, Nixon tarafından belirlenen “düşmanlar” listesinde “şereftir” diyerek yerini aldı. 1970 senesinde FBI onu, “İÇ GÜVENLİK SORUNU” olarak niteliyor ve gözetim altında tutuyordu. “Tehlikeli-Bölücü” ilanı artık kaçıncıydı kimse bilmiyordu. Prag ve Havana konuşmalarında, polise güç kullanmaktan dolayı ihraç edildi.

Ginsberg, Galeri-6’de, Howl’u okuduktan sonra McCulure şöyle diyecekti: “Bir bariyer yıkıldı! Bir insan sesi ve bedeni: Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”

Bilgeliğin sarayına giden yolun taşkınlığın ahırından geçtiğini Blake’den öğrenmişti Allen. Bu yeterliydi! Ginsberg’in ölümü diğerlerinin ölümüne benzetilememek noktasında haklılık kazanır. Ginsberg, kuşağın çocuğu olduğu kadar dünyanın da çocuğu olmuştu zira.

Allen, dünya ile uğraşıyordu; Allen, Amerika’yla, Başkanla uğraşıyordu; yaşasaydı şimdi Allen Iraktaydı ve göt deliği Bush ile uğraşıyordu; Ginsberg makine çağıyla boğuşuyordu. Deliydi, delirmiş ya da delirtilmişti: sadece rüyalarında Blake kendisine şiirler okuduğu ya da Wittman’ı süpermarkette gördüğü için değil. Öte yandan onu delirten şey dünyaydı, âşık olduğu “koca oğlan Amerika”ydı. Allen’ın deliliğini psikanaliz sonlandıramazdı elbet, doktoru kendisine sürekli olarak “sen normalsin” diyordu; “Bingo! normalim” dedi Allen, o zaman durum çok basit, “ben normal olansam dünya delirmiş durumda.

Zaten bu delilik -“öteki delilik”- bağlamında Beat Kuşağının hangi evladının “normal” olduğu söylenebilirdi ki: Kerouac mı normal di, Beat’i yaratan adam, ya da karısının kafasını havaya uçuran ibne junky Burroughs mu normaldi, zen kaçığı Snyder normal miydi, piçlerin piri Cassady ya da…

Allen Ginsberg, yakın tarihteki en tanınmış çağdaş şairlerden biridir-de-. 1926’da Nevada / New Jersey’de doğdu “kutsal ibne”. Ginsberg de diğer çocuklar gibi şair olarak bilinmezden evvel birçok işle uğraştı: kargo gemilerinde işçilik, nokta kaynakçılığı, bulaşıkçılık ve hamallık bunlardan birkaçı. Frisco’daki şu bizim meşhur Six Gallery dinletisi de dahil olmak üzere, birçok şiir dinletisine katıldı. Binlerce kişinin -izleyici olarak- yer aldığı dünyanın en büyük şiir okuma gecesi “kutsal komün”ün as adamıydı.

1954’te Frisco’lu ressam Robert Lavigne, Ginsberg’i modeli ve arkadaşı Peter Orlovsky ile tanıştırdı. Bu tanışmadan kısa süre sonra Orlovsky ve Ginsberg sevgili oldular ve birlikte yaşamaya başladılar. İlişkilerini “evlilik” olarak tanımlıyorlardı. Kısa süreli ayrılıklara rağmen ilişkileri Ginsberg’in ölümüne kadar (Nisan 1997-Ne kadar yakın bir ölüm kokuyor değil mi bu tarih, sanki biz 50’lerde Frisco’nun sokaklarında onlarla beraber aylaklık edip şiir döktürmüşüz gibi) böyle sürdü. Allen aslında herkese aşkını itiraf eden bir varlıktı, herkesi emmek isteyen ve bunu çok seven bir sik emiciydi O.

Ginsberg yaşamı boyunca -doğal olarak- birçok ödül aldı, bunların Onun için bir önemi olduğuna inanmıyoruz elbette ki: Woodbury şiir ödülü, bir Guggenheim üyeliği, National Book ödülü, NEA ödülleri ve Before Columbus Vakfı’ndan yaşam boyu başarı ödülü, falan filan falan…

Ginsberg, neredeyse epik diyebileceğimiz şiiri “Howl”un yanı sıra burada bahsetmeyeceğimiz kadar çok kitaba imza attı. Yazılarının çoğu “tartışmalı” ve “müstehcen” olarak yorumlandı, her ne demekse. “Howl”un bir dinletide okunması, Lawrence Ferlinghetti’nin tutuklanmasıyla sonuçlandı. Otoriteler Ginsberg’in homoseksüelliği ve seks hakkındaki açıklığından rahatsız oldular. Ginsberg, yazılarının bir kısmında da uyuşturucu maddelerden ve bunların etkisi altındayken yaşanan deneyimlerden bahsediyor -yani yapılması gereken en doğal şeylerden bir kaçını yapıyor- du. Ve bu, dünyanın zoruna gitmişti.

Jack Kerouac, William Carlos Williams ve Kenneth Rexroth gibi önemli isimler Ginsberg’in önemini anlamışlardı. Ginsberg, Kerouac’ın spontane ve kaygısız yazım stilinden çok etkilenmişti ve kendisi de zaman zaman bu metodu kullanırdı. Bir keresinde Williams’tan esinlenerek, onun şiirlerinin bir kısmını konuşma diline çevirdi. Williams, sonucun başarısı karşısında çok hoşnuttu.

Döneminin birçok yazarı gibi Ginsberg de mistik olana ulaşmak istiyordu. William Blake de dahil olmak üzere 19. yüzyılın metafizikçi şairleri, en büyük esin kaynaklarından biriydi. Marihuana ve benzedrin gibi maddeler kullanmasındaki asıl amaç, zihnini genişletmek ve ruhani olana ulaşma isteğiydi, ya da gerçeği siz tahmin edin. Yazılarının büyük bölümünü -Howl da dahil olmak üzere- uyuşturucu maddelerin etkisi altındayken yazdığını söylerdi, ve bu doğruydu. (Aslında bu cümleleri sadece “olay”a uzak okuyucu potansiyelinin varlığını düşünmek zorunda olduğumdan kurmak durumundayım, “siz” anlayın artık.)

Yazılarının birçoğu savaş motifleri içerir; Nazi gaz odaları ve Vietnam, birçok şiirine konu olmuştur.

Ginsberg, sınırları aşan Beat yazarlarından biridir, bu dönemin yazarlarına ilgi duymayan birinin bile onun yazılarına bir göz atması gerekir. Ölümünden sonra, City Lights, Ginsberg için, şiir kasetlerinin de dinletildiği bir kutlama düzenledi.

Ginsberg’in yazıları Thoreau, Emerson ve Whitman’la kıyaslanmaktadır ve bu yazıların “eski agnostik geleneği” yaşattığı söylenir.

Senol Erdogan

NEDEN HOWL :

Howl bir manifestodur.

Beat Generation’ı anlatan “detay”ından dolayı ilk ve tek şiirdir.

Beat Kuşağının ve özellikle Frisco Şiir Rönesans’ının lokomotifi olmuş iki şiir ve öncül bir şair vardır: Allen Ginsberg’in “America”sı ve “Howl”u.

Amerikan hükümetince kitabın yasaklatıldığını ve yayıncıları olarak L. Ferlinghetti ve Shigeyoshi Murao’nun mahkemede yargılandığını ilk baskı olan 500’ün yasaklatıldığını lakin sonrasında kitabın serbest kaldığını ve defalarca baskı yaptığını sanırım artık herkes biliyor?

1955’de Amerika gerçekten Ginsberg’den ve Beat Hareketinden korkmuştu. Sadece Amerika değil dünya da şiirin gücünü görmüştü. City Lights’ın “Number Four Pocket Poet Series” numarasıyla yayınladığı Howl bugün hala aynı kapakla City Lights’ca Frisco’da basılmaya devam ediyor. (2006 senesi Howl’un ellinci doğum yılıydı.)

Tom Waits’den Philip Glass’a değin onlarca kişi Howl’u yorumladı, Howl bugün hala canlı ve yaşamın içine güçle karışmayı sürdürüyor.

Howl Amerikan edebiyatında bir dönüm noktası olmaktan çok yeni bir (şiir) çağın(ın) başlangıcıydı da. Ki W.C. Williams’ın Ginsberg’in eserine önsöz yazması da çok şeyi sözlere gerek kalmadan ifade ediyordu.

Howl 7 Ekim 1955 senesinde Frisco’da Six Gallery’de ilk olarak okundu. Ve City Lights’dan basılmaya başlayacak olan Beat şairleri serisinin lokomotifiydi.

Neal Cassady, Jack Kerouac, William S. Burroughs, Peter Orlovsky, Lucien Carr ve Herbert Huncke Allen Ginsberg şiirinin ana figürleridir.

Ginsberg, şiirini III bölüme dağıtırken üç ayrı yapıyı serimlemiştir. İlk bölümde 1940 ve 50’lerin sahnesini gözümüzün önüne koyar; tüm figürlerini, şairleri, politik radikal noktaları, jazz müzisyenlerini psychedelic drugları ve açılımlarını, ikinci bölümde ise endüstriyel uygarlığı, peyote vizyonlarını ve Moloch’u Hebrew İncili’nin Leviticus kavramına-vadedilmiş ülke: Canan / Kenan- bağdaşık olarak koyar sahneye. Üçüncü bölümde ise Carl Solomon ve klinik süreç üzerinde yoğunlaşır.

“Footnote” ise tekrarlardan oluşan her şeyin kutsallığına dair bildirisel bir mantradır.

Howl’a değinen bir giriş yazısında yapılması gereken yegâne şey şiirin yazıldığı bu kişinin kimliğine dair somut bilgiler vermektir:

Carl Solomon 30 Mart 1928’de Bronx / New York’ta doğdu. 1939’da babasının ölümünden sonra depresyona girdi. “Sonunda tam bir keşmekeşe dönüşen disiplinsizlik ve ve zihinsel maceralara sürüklendim” der.

Solomon, liseden on beş gibi size tuhaf gelebilecek bir yaşta mezun oldu ve New York City College’a kaydoldu. Fakat 1943’te Birleşik Devletler Donanması’na katılmak üzere okuldan ayrıldı. Denizci olarak Polonya, Yunanistan, İtalya ve Fransa’ya yolculuk etti. Fransa’da André Breton’un sürrealist sergisini, Jean Genet’nin ilk tiyatro oyununu gördü ve Antonin Artaud’dan şiirler dinledi. Solomon, dadaist ve sürrealist şiirler okumaya başladı; kendisini Kafka’nın kahramanı K ile özdeşleştirerek deli olduğuna karar verdi. 1949’da, yirmi bir yaşına bastığında, New York’taki Psikiyatri Enstitüsü’ne yattı ve şok tedavisi görmek için gönüllü oldu.

Solomon’un biyografi yazarı Tom Collins’e anlattığına göre, insülin şok tedavisinden çıktıktan sonra, yeni bir hasta olduğunu düşündüğü birini gördü. Bilinci açılırken şöyle mırıldandı: “Ben Kirilov.” (Dostoyevski’nin Ecinniler’indeki nihilist.) Allen Ginsberg’in cevabı “Ben de Mişkin” (Budala’nın kahramanı) oldu. Ginsberg, Solomon’un şok tedavilerinden sonra söylediklerini not ediyordu. Daha sonra bu sözleri –“pubic beards” ve “lunatic Saint” gibi- Howl for Carl Solomon’a dahil etti.

Solomon hastaneden ayrıldıktan sonra, karton kapaklı kitaplar basan amcası A. A. Wyn için çalışmaya başladı. Burroughs’un Junky’sini ve Kerouac’ın 36.5 metre uzunluğunda şeffaf kopya kâğıdı rulosuna yazılmış On The Road’ı bastı.

Solomon, Pilgrim State Hospital, Suggestions to Improve the Public Image of the Beatnik ve The Class of ‘48’in de içinde bulunduğu ilk kitabı Mishaps, Perhaps’i 1966’da yayımladı.

Pilgrim Devlet Hastanesi isimli metninde Carl şunları yazdı:

“Birisi Pilgrim’e girer, sanki ölü-evidir orası. Birisi koğuşta oturup bekler. 5 doktor çıkagelir, hastanın gözleri nemlenir.

Şok tedavisi hazırlanır. Biri uyanır, şaşkın.

Allen gelir ve der ki, “Atışmayın onlarla. Ne derlerse yapın.”

Zaman yeniden gösterir yüzünü. Eve gitme vakti. Kadınlarla yatmak yıpratmıştır sizi. Sonra bir an düşünürsünüz, “Mademki bir yazarsınız, bir şeyler yapmalısınızdır.”

Şu sözünü ettiğiniz Nerval ve Proust’u çözmek zor olmalı.

Arap kökenli genç bir adam yanaşıyor size. Nasser’den söz ediyor ve başlıyor Samî karşıtı bir hakarete.

Dr. Reth ise Romen-Yahudisi kökenli genç bir adam. Anladığım kadarıyla, kurumdaki diğer doktorlardan daha parlak bir özgeçmişe sahip.

‘Tristan Tzara’ diyorsunuz ona, şıp diye anlıyor. Grup terapisi uzmanlık sahası. Hastalar geliyor ona, birbirlerini parçalara ayıran hastalar. Terapi seanslarında kıyametler kopuyor.

“Solomon, sen iyileşmek istemiyorsun, senin tek derdin belaya bulaşmak.” Püskürtüyor, çocuğu yere seriyorum. “Geberteceğim onu, ucunda Matteawan’a gönderilmek olsa da.”

Bir sohbetimizde Bodenheim’ın katili Weinberg’i tanıdığını ifşa etmişti bana. Bodenheim’ın homoseksüel olduğunu ileri sürüyor Davis.

Midem bulanmakla beraber reddediyorum bu iddiayı.

Yıllar sonra köye dönünce Bodeinheim’ın isminin lekesiz olduğunu gördüm. Davis Pilgrim’den kaçmış. Başına ne geldiğini bilmiyorum, ama o yüzü hiç unutamadım. İnsanlıktan çıkmıştı o.

Onu Corso’ya benzetirdim, her ikisi de devrimci şahsiyetlerdi güya. Corso’ya yeniden rastlayınca fikrimi değiştirdim. Corso bir edip ve imanlı bir Katolik’tir.

Benim neslimin genç erkekleri arasındaki suç eğilimine galebe çalmak imkânsızdır. Topumuz sokak çocuğuyuz. Beleşçilik kanımıza işlemiş. Gide ve Cocteau’ya sorun bizi. Genet’nin Fransızcasından yararlanmak için beni tercih edin, bütün mesele bu. Bir başkasını kendinize kul-köle yaparsanız, Tanrı sizsiniz.

Ah! Şu aptalca lisan. Hemingway bir mermiyle tahtalıköyü boyladı. Camus araba kazasında öldü.

Hepsi bir yana, Artaud ölümünden on yıl sonra moda oldu alay edilen bir kaçık olarak.

Berchtesgaden. Führer (Adolf Hitler) ve sarışın çocukları. Şu sahneye yeni çıkan Castro adlı adam da kim? Köyde siyasetle pek haşır neşir yeni genç komünist bilmişler türedi.

Onları anlayamasam da iyi adamlar.

Kennedy bunca olan bitenden sonra pek iyimser görünüyor. Kim bilir, hayatıma bir tür saygınlık katacak belki de. Kabineye bir Yahudi atadı bile.

O bir Katolik aslen. Amerikan halkının nezdinde demokratik düşüncenin öncüsü. Günlük hayattaki Nihilizm (hiççilik)’in tersine demokrasi. Ümit yahut ümitsizlik. …”

Solomon, Howl’un “I saw the best minds of my generation destroyed by madness starving hysterical naked” dizesinde (giriş dizesi) kemikleşmiştir.

Tıpkı “Draggin themselves though the negro streets at down looking for an agry fix” de (yukarıdaki dizenin hemen ardından gelen sıra) Harlem, Time Square ve adamı Huncke’den ve dönen junk ortamından bahsettiği gibi.

Şiirinde “starry dinamo” “machinery of night” gibi ifadelerle Dylan Thomas’a da göndermeler yapan Allen Ginsberg’in hele ki 55’te D.T. ve W.C. Williams’dan ne denli etki ve öykünüş içinde olduğunu biliyoruz.

Bir diğer önemli husus da Howl şiirinin kuşağın diğer bireylerinin yaşamlarından -yani eserlerinden- anekdotlar barındırmasıdır. Kerouac’ın eserleri başta olmak üzere Philip Lamantia’yı da sayarak listeye kuşağın tüm “gerçek üye”lerini dahil etmemiz gerek.

Örneğin Jack’in Visions of Cody’si Howl adına önemli bir kaynaktır. Metnini uzun zaman içinde ve detaylarla örer Ginsberg, Kerouac’ın mektuplarından cımbızla çekilmiş kelimeler çok az okuyucunun farkına vardığı çok önemli detaylardır.

Bu kurgu mantığıyla ilginç bir kolaj formuna da sahiptir Howl. Howl bu anlamda aşırı denebilecek denli “kapalı” bir şiirdir, açıkçası; Ginsberg’in kendi yazdığı notları olmasa (bkz; bu pasajın son cümlesi) kuşağın yazarlarının bir kaçı haricinde okuyucunun –ki özellikle Türkiye’de- Howl’dan bir şey anlaması imkânsız olurdu. Çeviride “birebir” Allen’a sadık kaldığımdan dolayı açıklayıcı ve kavrayıcı olacak kelimeleri dahi hiçbir şekilde kullanmadım, aşırı uğraş, şiirin çevirisinin şiirin anlaşılabilmesi noktasında olumlu bir etken olsa da özellikle ilk bölümdeki “yaşanmışlıklar”ın şifrelenmiş bir şekilde ortaya konması gene de kuşağı “gerçek anlamda”yı bırakın arkeolojik bir anlamda tanımayan insanlar için anlaşılması imkânsız bir hale getirmektedir. Bu sebepten dolayı eserin sonunda şerhvari bir ek bulacaksınız.

Sıralı olarak gidersek soğuk savaş ve savaş sonrası dönem ve dönem siyasetinin anarşist ve benzeşik aktivist hareketlerin ve elbet kendi başına Vietnam Savaşı’nın, öğrenci hareketlerinin de Howl’un oluşumunda ve dahi beslenmesinde tematik önemi söz konusudur.

Kerouac’ın benzedrininden Burroughs’un junkına ve o dönemindeki çalışmaları Yage Letters ve Queer’e (bkz. 6:45 Yayıncılık) ve de Huncke’nin cümleleri ve kokain nabzına dek tüm gidişatın Howl’da izini sürmek mümkün.

Howl’un halüsinatif bir metin olduğunu söylerken (söyledik mi ) kastettiğim şey druglar değildir elbet, metnin kendisi bu etkiye sahiptir ve okuyucuya uzak ve yabancı ve dahi anlamsız gelecek ifadeler bu yapıdan kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Howl’daki birçok betimleme ve benzetme de bu zihin akışkanlığı ve anımsayıştan taban bulur.

Howl’un bir özelliği de dönemin kültürü hakkında önemli ve özel ve de tarihsel bilgileri minik detaylar şeklinde sunmasıdır: Fugazzi’den Jukebox’a, kendi içsel yaşamlarından aile yapısına, amerikan pop kültürüne ve edebiyat dünyasına, devletin hastane yapısı ve hasta tedavi zihniyetine, Elizabeth’in amına, Walt Whitman’ın şiirine dönemin sosyo-politik yapısına, Kızılderili vizyonlarından zen eğitimine, Burroughs’un uyuşturucu seyahatlerinden Neal ve Jack’in yol yazınlarına değin kent yaşamının da nabzını hiç elden bırakmayan bir “beat arkeolojik kazı sahası”dır Howl.



-----allen ginsberg "howl", şenol erdoğan tarafından paylaşıma açılmış olup, şu anda indirmekte olduğunuz e-kitap haline borges defteri emekçileri tarafından getirilmiştir.-----

http://rapidshare.de/files/47208401/allen_ginsberg-howl.rar.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder